Hani derler ya; “nazar değdirdin!” hah işte bende öyle diyorum, “o kadar kitap okunur mu bir ayda” diyen kişilere. Buyurunuz gördüğünüz gibi bu ay okumaları oldukça fena. Hep sizin yüzünüzden! Şaka tabi ki, konunun tek nedeni benim. Bu ay hem sınavlar hem yetişmesi gereken ödevlerle geçti gitti. Hal ve durum böyle olunca okumaya zaman ayıramadım.
Ama ne hikmetse geçen yıl Mayıs ve Haziran aylarında da durum böyle olmuştu. Sanırım az biraz yaz etkisi de var bu işin içinde. Neyse önemli olan çok okumak değil elbette, sidik yarışı yapmıyorsak tabi. Yapmıyoruz değil mi? Hayır yapıyorsak ona göre hareket ederim bakın! İşin şakasını bir kenara bırakalım ve bu ay neler okudum, neleri derhal okunmalı olarak düşündüm bir bakalım.
Bu ayın olmazsa olmaz kitabı elbette Michael Ende’nin Momo’su oldu. Momo, gerek anlatımı gerek kurgusu gerekse hikâyenin kendisi ile o kadar sıcak o kadar içimizden bir kitap ki, sizi daha okumaya başladığınız bir kaç sayfada alıp götürüyor. Özellikle bizler gibi, çocukluğu sokaklarda geçmiş bir nesil için bulunmaz bir nimet. Zamane çocuklarını görüpte hangimizin aklına gelmemiştir bizim sokaklarda oynadığımız oyunlar, sokaklarda ki arkadaşlıklar? Zannetmiyorum ki düşünülmesin o yıllar, o zamanlar. Sokak aralarında, yolun ortasına meşelerimizi dizip, en baştaki meşeyi vurmaya çalıştığımız zamanları hatırlamayan var mıdır? Daha saymakla bitmez bizim zamanlarımızın oyunları. Yazının devamı için lütfen tıklayınız.
Solaris’i yıllar evvel bir abimizin tavsiyesi ile okumuş ve çok fazla etkilenmiştim. Aradan geçen bunca zaman sonra yine aynı şekilde etkilendim ve yine aynı tadı aldım. Özellikle ilk başlangıcından sizi alıp, sürüklemesi çok ama çok iyi, bilim kurgunun büyük üstatlarından Stanislaw Lem’in en meşhur ve en iyi eseri olarak bilinen Solaris’i tüm bilim kurgu severlere şiddetle tavsiye ederim. Okyanus sizinle olsun… Olmasın olmasın tamam korkmayın sonra 🙂
Shakespeare’in On İkinci Gece’si elbette üzerine çok fazla şey söylenebilir. Ama bu söylenenlerin arasında kötü bir ibare yer almaz, alamaz. Kaçırılmaması gereken her Shakespeare eseri gibi, On İkinci Gece’de kaçırılmaması gereken bir Shakespeare eseri.
Galip Tekin’in Tuhaf Öykülerini zaten biliyordum. Ne kadar mükemmel çizimler ve hikâyelerle karşılaşacağımı biliyor ve bunun için büyük bir heyecanla okuyordum. Beni hiç şaşırtmadı büyük üstat. Seride üç kitap var ve hepsini tek tek okuyacağım. Merakla Alavarza’yı bekliyorum. Hangi ciltte çıkacak diye. Değil üç yüz tane bile çıkarsa sıkılmadan okunur. Şiddetle tavsiyelerimdendir.
Cesar Aira ilk kez okuduğum bir yazar. Kitabı Seyyah Ressamın Yaşamından Bir Kesit, adından da anlaşılacağı üzere bir ressamın hayatından bir kesit sunuyor bizlere. Belki o an ki psikolojik durumumda belki de o an ihtiyacım olan tür olmadığından, belki de okuduğum sıra başka bir şeyler okumak istemiş olduğumdandır bilemiyorum ama benim için sadece bir kitap daha okumuş olmaktan öteye bir şey veremedi.
Yine yeni keşiflerimden olan Daniel Kehlmann’ın En Uzak Yer adlı eseri bende beklediğim etkiyi yaratmadı. İlerleyen zamanlarda belki bir şans daha verilebilir fakat kullandığı anlatım dili, olay kurgusu ve kitabın sürükleyiciliği benim için biçilmememiş bir kaftandı.