Haydi gelin bir distopya yazalım. Bir ülke düşünün, vicdanıyla, ahlakıyla, dini bütün olmakla övünen. Her daim, her şeyi en iyi yaptığını söyleyenlerin yönettiği, ama sadece onların zenginlik içinde yaşadığı bir ülke. Halkın ise günbegün fakirleştiği bir ülke düşünün. İnsanların mutsuz, bitkin, gelecekten umutsuz, elinde tek şeyi olan yaşamayı bile yapamadığı bir ülke. Her geçen gün daha fazla acı çekenlerin olduğu bir ülke düşünün.
Katliam Yasası
Her şeyin bu denli zor olduğu bu ülkede bir zaman sonra ağaçlar yakılıp yerine betonlar dikilmeye başlandığını düşünün. Yangınların ne hikmetse sadece denize nazır, birilerinin para kazanması muhtemel yerlerde çıktığını düşünün. Ağaçlar bittiğinde ise sıra hayvanlara geldiğini, sokakta yaşayan tüm canlıların öldürülmek istendiğini düşünün. Nerede vicdan, ahlak, inanılan din? Gibi soruların ise, sorulmasının bile yasak olduğunu düşünün. Bir şeyleri çok yanlış anlayan bu ülke, yaşam hakkı denen şeyi de çok yanlış anlamış. Tek hakkın insanda olduğunu geri kalan tüm canlılar için, insan isterse yaşar, istemezse ölür dendiğini düşünün.
Distopyamız gittkçe karanlık bir hal alıyor değil mi? Haydi gelin biraz daha derine inelim bakalım, daha ne kadar kararabilecek bu ak denen kirli sayfalar.
Tüm canlıların kendisi için yaratıldığını sana bir öğreti ile büyüyen bu insanlar, yaptıklarını hep doğru sanıyor. Bu insanlar, bunun gerçekliğine o kadar kaptırmışlar ki, bu canlıların yaşam haklarını istediği zaman alabileceğini düşünüyor. Düşünüyor dediğime bakmayın, bu insanlar aslında düşünemiyor. Çünkü çok değil, en fazla beş dakika düşünse bir insan, neler olur. Yaptığı şeyin ne kadar berbat, ne kadar acımasız, ne kadar insanlık dışı olduğunu anlar. Ama dediğimiz gibi bu insan görünümlü yaratıklar ne yazık ki düşünemiyorlar. Sırf bir kesimin canını yakmak için bile bu tip bir vahşeti yapabilecek düzeydeler. Neden peki? Çünkü yapabildiklerini göstermek istiyorlar, biz kazandık demek istiyorlar. Çünkü ellerinden başka bir şey gelmiyor yok etmekten başka.
Sahibin kim?
Distopyamızda istediği zaman kurban adı altında inandığı tanrıya adaklar adayan insanlar var. Bu kurbanlar da hayvanlardan seçiliyor elbette. İstediği zaman ise “Bu gereksiz, yarasız!” diyerek öldürenler var. Bazı insanlar sırf zevk için, spor olsun diye avlayarak öldürüyor. Bazıları ise, “sahipsiz” ya da “başı boş” diyerek öldürüyor. Sanki her canlının bir sahibi olması gerekiyor gibi, canlılara sahipli / sahipsiz diye kafalarından bir şey uyduruyorlar. Ama bir şekilde hayvanları öldürmekten asla ama asla vazgeçmiyorlar.Bir şekilde hayvanları öldürmeye sistematik şekilde devam ediyorlar.
Peki sonra sıra kime gelecek dersiniz? Bu insan görünümlü vahşet saçan yaratıklar sonrasında kimi öldürmeye başlayacaklar? Her distopyada olduğu gibi, bu distopyada da sanki normal gibi başlayan bu ölümler doymuyor. Yeni kurbanları olarak, sahipsiz insanları öldürmeye başlıyor. Peki neye göre sahipsiz? Bundan kolay ne var! Onlar sahipsiz derler, sahipsiz olurlar…
Farkettiniz mi?
Distopyamızda bahsettiğimiz bu hikayeye, orada yaşayan insanlar hiç şaşırmıyorlar. Böylesi bir konunun konuşulmasını bırakın, düşünülmesi bile olacak şey değilken, insanlar bunun uygulanmasına bile şaşırmıyorlar. Başlarına her şeyin ama her şeyin gelebileceğinden o kadar eminler ki, bu konu onlara korkunç gelmiyor. Hatta belki de normal bile gelebiliyor. Çünkü bu bahsettiğimiz ülkenin şirazesi fena kaymış durumda. Öyle bir içinden çıkılmaz duruma gelmiş ki, insanlar artık şaşırmıyorlar bile bu duruma.
Belki de bu distopyanın insanları bu distopya hikayesini yazmışlardır. Belki de bu kadar kötü bir düzeni bu distopya halkı hak ediyordur. Ama belki de içinde bir kesim bunu hak etmiyordur. İşte o hak etmeyenlerin, yaşamak isteyenlerin, sadece yaşamak isteyenlerin elinden bir şey gelebiliyor mu? Yoksa ağaçların, ormanların yok oluşunu izledikleri gibi, köpeklerin, kedilerin, sokakta yaşayan sözüm ona sahipsiz tüm canlıların katledilişlerini de seyredecekler mi? Bu distopyanın halkı seyretmeye bu kadar alışkın mı?