Nerden başlanır nasıl gidilir bilemiyorum. Fakat yazmak istediğim şeyler var bu başlık altında. Ne zaman İzmir’e gitsem hep aynı şeyi düşünüyorum. Ben İzmir’deyken adlı bir yazı yazmalıyım diyorum. Ama her seferinde aman diyerek sallıyorum. Fakat bu sefer sallamadan yazmaya başlıyorum. Hem de İzmir’e gidip dönemden önce. Hatta çok önce
Ben İzmir’deyken sanki İzmir’de bana ait, bende de İzmir’e ait bir tat vardı. Daha doğrusu bir hava vardı. İzmir’e gittiğimde ne zaman kendimle kalsam, burası benim, bende burayım tadında bir şeyler hissederdim. Genelde yaptığım bir rutinim vardı. İzmir sokaklarında amaçsız ve nedensiz bir şekilde yürümeye başlar, çok uzun bir yol kat ederdim. Bazen Güzelyalı’dan Alsancak’a doğru gider, aradaki mekân değişimlerini gözlemlerdim. Bazen de tam tersini yapardım. İş yerlerinden evlere doğru giden bir değişimi gözlerdim. Ama her zaman bende bir şeyler bulur, bana göre derdim, benim derdim. Az biraz da olsa sahiplenmenin tadını yaşatırdı bana bu yürüyüşler.
Geçenlerde daha doğrusu çok geçenlerde benzer bir yürüyüş yapmak istedim İzmir’imde. Arabayı Pier’e bıraktım ve başladım yürümeye. Aslında az biraz da bir amacım vardı. Bazı kitapçıları gezecek, aradığım kitapları bulacaktım. Emindim burada bulacağımdan. Nitekim öyle de oldu. Birçok aradığım kitabı buldum. Fakat yürüyüşün tadı çok değişikti. Daha doğrusu tadı yoktu. Sadece adımlar vardı. Azalan değerlerin yanında azalan kitapçılar vardı. Konak’ta bulunan birçok kitapçının kapandığını gördüm. Kabile, İletişim vs. hepsi artık yoktu. Birçoğu artık dönerci ya da çul çaput satan yer olmuştu. O kadar büyük bir an geldi ki içimde hüzün, bir an bu kitapçılarda dolaştığım zamanları düşündüm. Çok uzaktaydılar artık. Her şey bitmişti. Geçmiş artık çok geçmişti.
Eski Kabile Kitabevi artık Kitapsan olmuştu. Aradığım birçok kitabı burada buldum. Hem de rafları gezerken. Çok mutlu olmuştum. Sonra Duvar Kitabevine gittim. Ne oldu yahu buralarda böyle diye sordum. Aradığım kitapçıların yerinde kitap yerine yağlı dönen etler var ne oldu? Diye sordum. Duvar Kitabevinde ki arkadaş anlattı. Son yıllarda çok fazla kitabevinin kapandığını, yerlerine dönerci, kıyafet satan dükkân ve cep telefonu ıvır zıvırı satan yerlerin açıldığını söyledi. Verdiği rakamları tam hatırlamıyorum ama atıyorum son 4 yılda sadece Konak’ta 20-30 kitabevinin kapandığını söyledi. Biz dayanmaya çalışıyoruz işte dedi. Elimizden geldiği kadar gideceğiz. O an aklıma geldi hani modern İzmir? Hani okuyan İzmir?
Sonra karşıya geçtim. Karşıyaka’mda da birçok kitabevi var. Yerleri o kadar kazınmış ki hafızama hemen başladım taramaya. Fakat eskilerden Pan ve Serpil’den başka yer yoktu. Ha bir de Pan’ın karşısında Kırmızı Kedi Kitabevi vardı. Hepsi bu kadar, birkaç eski kitapçı daha buldum aralarda fakat onlarda da ders kitabından başka bir şey bulmak hemen hemen imkânsız. Özellikle benim aradıklarımı. Zaten artık her şey ders kitapları, bilmem neye hazırlık test soru bankaları vs. gibi insan yarışı için gereken materyallerden dolu. Sadece Serpil’de bir kitap bulabildim. Çalışan arkadaşın uzun araştırmaları sonucu Romeo ve Juliet hem de tam istediğim Özdemir Nutku çevirisi, İş Bankası Hasan Ali Yücel Klasikleri ve ciltli! Bu çok önemli işte, çok sevindim hemen aldım Serpil Abladan. Kitabın eksiği gediği var mı diye bakarken ilk sayfada bir not buldum. Direkt kitabın üzerine bu şekilde yazılmasından hoşlanmasam da notu çok manidar buldum. Özelikle tam o güne denk gelmesi gerçekten çok anlamlıydı.
Ne güzel bir söz değil mi? Bir babanın verebileceği en güzel hediye en güzel not ile birlikte. Duygulanmamak elde mi? Elbette değil. Çok beğendim çok takdir ettim. Ama sonra bir an dank etti. Ama bu kitabın benim elimde ne işi var?
Belki satış amacı farklıydı, belki de bu kitap buraya hiç tahmin edemeyeceğim bir şekilde geldi bilemeyiz. Neler olmuş olabileceği konusunda en ufak bir fikrim yok o yüzden eleştirmek ya da “evlat bu güzel hediyeyi eski kitapçıya satmış” denmez. Çünkü konuyu bilmiyoruz. Ama kabul etmem gerekir ki ilk olarak benimde aklıma bunlar geldi.
Pan Kitabevinde yaptığımız sohbette ise kitabevlerinin bu vahşi kapitalist sistemde nasıl yok olduklarını konuştuk. Karşılarında büyük bir dev vardı ve bu dev onlardan çok daha fazla argümana sahipti. İnternet. Evet, bizlerin işi internet hatta elimiz ayağımız bir şey artık internet. Fakat bazılarımız ve bazı sektörler için internet bir cellattan farksız. Özellikle konu kitap olunca, yapılan indirimlerle baş etmek mümkün değil diyor kitabevi sahipleri. Evet öyle. Düşünsenize yeri geliyor %70 indirimle kitap alınabiliyor internet üzerinden. Tabi bir de D&R gerçeği var. Artık yayınevlerinden istediği rakamlara kitap alan ve yine istediği rakamlarla satış yapabilen bir canavar. Tam bir kapitalist sistemin zincir mağaza yaratığı, her yerde varlar her yerde hem de, baş etmek mümkün değil.
İstedikleri yerde istedikleri gibi at koşturabilenler topluluğu. Her şeyi yıkıp geçen bir yıkım oldu. Peki, bizlerin elinden ne gelir? Elbette hiçbir şey, eskiden arada sırada bakardım ama artık hiç bakmamaya özen gösteriyorum kendi çapımda bir tür yardımım olsun diye ama sonra bakıyorum ki benimle ya da bir kaç kişi ile olacak bir iş değil bu. Ne yazık ki olan çoktan olmuş hatta bitmiş. Biz kendi fantezi dünyamızda oradan almayalım buraya gitmeyelim yapıyoruz. Atı alan Üsküdar’ı geçmiş değil, Üsküdar’dan çoktan çıkmış gitmiş. Nerede olduğu belli değil.
İnternet konusunda ahkâm kestiğime bakmayın bende sürekli olarak internetten alışveriş yapıyorum. Hemen hemen her gün ya da iki günde bir takip ettiğim siteler var. Kitap Yurdu, İlk Nokta, Babil, İdefix, Oda Kitap gibi. Tamam, tamam D&R’da bakıyorum bazen. Ama yeni sitesinin berbat ara yüzü yüzünden çok soğudum. Bir site yapamadılar doğru dürüst. Neyse iyi ki yapamadılar o ayrı. Zaten İdefix de D&R ile aynı şey o yüzden İdefix’e bakmak yeterli.
Konu bir şekilde kitap odaklı gibi oldu ama aslında demek istediğim bu değil. İzmir’in değişimi idi. Sana öyle gelmiştir, İzmir yine aynı İzmir demeyin lütfen. Evet, İzmir yine aynı İzmir hiç bir şey değişmiyor şehirsel anlamda çünkü hiçbir şey yapmayan, tembel mi tembel bir belediyesi var. Neden mi? Çünkü biliyorlar ki iş yapsalar da onlar kazanacak yapmasalar da. Bu durumda neden iş yapalım ki? Diye düşünüyorlardır klasik Türk mantığı ile. Sonuç ortada hiçbir şey yapmıyorlar. Ben 34 yaşına geldim hala İzmir’de aynı dertler var. Hala elektrikler gider, hala hava kirlidir, hala saçma sapan bir trafik olur, hala su basar sel olur, hala yol yapımları abuk sabuk zamanlarda devam eder, hala abuk sabuk yerlere demir yığınlarını koyup, bakın park yaptık derler. Hele doğduğum büyüdüğüm yer Urla. Amanın diyorum! O kısma hiç girmek istemiyorum çıkamam çünkü. Nefretimi kusup, küfürler etmeye başlayabilirim.
İzmir’in değişiminde demek istediğim bu da değil. İzmir artık o İzmir değil gibi. İzmir bana bir şey demedi sanki. Yürüdü o kadar ama olmadı yani bir şeyleri eksik kaldı. Ne kokusu vardı sahilde, ne bir meltemi vardı tenimde. Olmamıştı bir şey. Eskiden yürüdüğüm gibi değildi. Yürüyemedim ben sanki. Tüm günümü geçirdim ama o günleri alamadım. O günleri koklayamadım. Peki, ben şimdi İstanbullu mu olmuştum? Elbette hayır! İstanbul’da ben bu tadı hiç alamadım ki İstanbullu olayım.
İzmir’de yürüdüğüm o zamanları çok özlüyorum. Tekrar yapmak istiyorum hep. Ama artık biliyorum ki eskisi gibi değil. Denesem de o tat yok artık. Ne oldu da böyle oldu bilemiyorum. Bildiğim tek bir şey var o da artık İzmir ben değil, İzmir bana değil artık. Belki bir gün yine giderim, bir sahil kasabasında yaşarım yine olur. Bilemiyorum. Belki de artık İzmir yok, Çeşmealtı var, Çeşme var, Mordoğan var, Gülbahçe var, Foça var, Urla var, İskele var bilmiyorum. Ama bir şeyden çok eminim artık İzmir, benim bıraktığım İzmir yok…