Mart ayının Şubat ayından kalır bir yanı olmadı. Çok sevinçliyim bu yüzden. Güzel bir okuma ayı daha geçirdim. Hem çok güzel kitaplar okudum hem de çok kitap okudum. Evet, itiraf ediyorum bazen kafamda bir kaç karakter bir arada halay çekti evet ama olsun, her şeye rağmen okumak çok güzel. Çoğu zarar olmayan tek şey okumak herhalde…
Ne denebilir ki? Bence diye başlayıp, mükemmelle devam edilmeli evet biliyorum. Ama haddime değil… Baskı ve cilt kalitesini övebilirim sanırım. O kısma yeterim. Mükemmel bir kâğıt mükemmel bir cilt mükemmel bir kalite. Fotoğraflar mı? Sakın sormayın bana bunu! Dedim ya yazamam bir şey. Belki mükemmelle başlamalıyım ama yok olmaz cehaletim çıkar gün yüzüne konu fotoğraf ve Ara Güler olunca…
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Görünce çok sevindiğim, çocukluk zamanlarıma gittiğim bir çalışma yapmış Yapı Kredi Yayınları; Red Kit Toplu Albümleri. Serinin ilk iki kitabını hemen aldım ve başladım. İlk başından itibaren Red Kit’in tüm maceralarının olacağı söylenen ilk iki cildi hatırladığım Red Kit gibi değil fakat ilerleyen ciltlerde hatırladığım maceraların olacağından eminim. Büyük bir heyecanla bekliyorum!
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Nedendir bilmiyorum son bir kaç aydır çizgi roman seçimlerimden hiç memnun kalamıyorum. Tam olarak beğenmiyorum diyemem ama bir şeylerin eksik olduğundan eminim. Ya benden kaynaklanıyor ya da bu serilerde bir sorun var. Masallar serisi çok merak ettiğim serilerden biriydi. Özellikle hikâyesi çok iyi, güzel bir işleme ve çizime denk gelirse tadından yenmez diye düşünüyordum.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Persepolis, Marjane Satrapi’nin hayatından bir demet sunan çizgi roman. Sadece bir çizgi roman demek yanlış olur tabi. İran gerçeği ya da İran’a ne olduğu gerçeğini bizlere gösteren bir kitap. Bizi ülkenin eskilerine götüren, aslında İran’ın nasıl bir yer olduğunu söyleyen ama sonrasında ne olduğunu kendi bakışı ile anlatan bir çizgi roman.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Venedik Taciri William Shakespeare’in 1594’de sahnelenen komedi oyunudur. Her ne kadar komedi olarak geçse de içerisinde çok ciddi göndermeler barındırmaktadır. Özellikle insanların din ve ırk nefreti ile ilgili yerinde göndermeler yapar. Aynı zamanda içimizde ki ırkçı kısmı dürterek, alevlendiren Shakespeare, bize iyi ve kötüyü farklı bir açıdan gösteriyor.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Normalde bir şiir kitabından çok değil az etkilenirim. Daha doğrusu yazarına göre çok çok az etkilendiğimde olur. Bilirsiniz şiir kitabı okunmaz bizde, şiir okunmaz, yazılır. Ne kadar sıra dışı kalsanız da bu durumdan mutlaka ama mutlaka bir yanınızdan çıkar bu lanet. Bir şekilde sizi bulur. Coğrafyasından ya da havasından bilemiyorum, memleketimizde bu tadı almadan durmak büyük bir yetenek. Şaka bir yana şiir denildiğinde ilk akla gelendir bunlar.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Genç Werther’in Acıları, duygusal bir adamın mektuplarından oluşan, güzel ve bir çırpıda okunabilecek türde bir roman. Goethe’nin daha önce yalnızca ‘Faust’ adlı eserini okumuştum ve o zamanlar beslediğim hayranlık, yazarın henüz yirmi beş yaşındayken sadece altı haftada kaleme aldığı bu ilk romanla birlikte büyüdü diyebilirim.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Ölmeden okunması gereken kitaplara baktığınız adını görebileceğiniz bir kitaptır Muhteşem Gatsby. Adı kadar muhteşem bir kitap mıdır değil midir buna siz okuyup karar verin. Ama benim fikrimi soracak olursanız ne yazık ki adı kadar değil derim. Tabi bu biraz da beklentilerle alakalı, büyük beklentilerle başlandığında hayal kırıklığı etkisi büyük olan kitaplardan Muhteşem Gatsby.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Nedendir bilinmez ama sanırım ilk kez bir Anthony Burgess kitabında aradığım tadı bulamadım. Ya da şöyle diyelim; beni yakalamadı. Evet, bu çok daha popüler bir tanımlama oldu değil mi? Hem de çok daha anlaşılır bir dil ile. Günümüzde tabi. Aslına bakarsanız kitap son derece güzel, konu olarak da oldukça farklı bir kitap. Hem bu kez tiyatro tadında bir deneyim sunuyor bize Mozart ve Deyyuslar ile Anthony Burgess. Peki derdim neydi?
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Karşınızda yine yeni bir Stefan Zweig harikası var. Mürebbiye. Bir kitaba acaba sız başlayabiliyor olmamızın sanırım en büyük nedeni yazarları ve çevirmenleri. Kitabın dokusunu bütünüyle koruyup, yazardan bize kadar getiren bir çeviri ile tadından yaşanmaz anlar çıkartabiliyorsunuz. İşte Mürebbiye adlı eser, tam da böyle bir eser.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Bir tür iç yolculuk. Evet, tam tanımı bu, kitabın başından itibaren boğucu ilerleyen sayfalar, her geçen sayfada biraz daha ağırlaşıyor. Başlarken düşündüğünüz şeyler, örneğin; kısacık kitap ne kadar kötü olabilir ki? Gibi düşünceler, size bir bir cevap veriyor. Sıkılmanın ötesinde bir kitap deneyimi yaşatıyor.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Çok fazla güzel şeyler duyduğunuz kitaplara ön yargı ile yaklaşmayın derdim eskiden. Mutlaka bir güzelliği vardır ki bu kadar olumlu not alıyor. Evet, Vathek için de ben çok fazla olumlu duyum aldım. Peki, ne oldu? Çok mu kötüydü kitap? Elbette hayır. Hatta yer yer çok güzeldi diyebilirim ama beklentilerin bu kadar yüksek olduğu bir kitaptan daha fazlasını yani en azından standart bir masal kitabından fazlasını beklerdim. Bekledim diyelim aslında.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Sait Faik Abasıyanık’ın on dört öyküsünden oluşan güzel mi güzel bizden bir öykü kitabı Lüzumsuz Adam. Evet, belki biraz karamsar gibi gelebilir sizlere ama aslında tam olarak demek istediği karamsarlık değil. Anlaşılamamışlık. Belki de biraz aldanmışlık. Evet, tamam biraz da az almışlık duygusu var. Hayatın kanınızdan çekildiğini ve sizin bunun için bir şey yapmak istemediğiniz gibi bir an gibi.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Tiyatro okumayı çok seviyorum. Hem de çok. Bu yüzden önceliklerimi belirlerken, kendimi sürekli tiyatro kitaplarının arasında buluyorum. Hele bir de biri önermiş ise. İşte Arzu Tramvayı böyle bir önerilmenin sonucunda ortaya çıktı. Hemen aldım ve okumaya başladım. Zaten bir kaç saat içinde bitirdim. O kadar sürükleyici bir dünyanın içine daldım ki bir anda her şey siliniverdi. Sadece o dünya vardı aklımda.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Alice ile maceralara devam ediyoruz. Bu kez Alice odasında kedileriyle oynarken aynayı fark eder. Ayna Alice’i çağırır sanki. Alice kararını verir aynanın içine girecektir. Sonra her şey bulanıklaşmaya başlar. Görüntü netleştiğinde ise Alice bakar ki aynanın içindedir. Tavşan deliği ya da ağaç kovuğu yerine bu kez ayna kullanarak harika bir diyara gelmiştir.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Gulliver’in Gezileri adlı bu eseri bilmeyeniniz yoktur tahminim. İlk olarak çok küçük insanların olduğu bir ada sonrasında ise devlerin adası. Çocukken okuduğumuz daha doğrusu bize anlatılan öykülerdendir. Dediğim gibi karşılaşmayanı ben duymadım, görmedim. Peki, bu basım nasıldır buyurun size ondan bahsedeyim.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Charles Bukowski’nin birçok kez söz ettiği bir yazar John Fante. Toza Sor ise John Fante denilince akla gelen ilk kitaplardan. Neden bu kadar söz edildiğini anladım kitabı bitirdikten sonra. Sürükleyici ve elden bırakmadan okunan bir kitap, kendinden bahseden, kendi halinde, yavaş yavaş ilerleyen bir kitap Toza Sor.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Dikiş Nakış, Marjane Satrapi’nin okuduğum bir diğer güzel çizgi romanı. Yalnız bu sefer dikiş nakış diye bahsedilen bizim bildiğimiz türden bir dikiş nakış değil. Onu bir söyleyeyim de ne olur ne olmaz…
Puşkin’in Erzurum Yolculuğu ’nu okuduktan sonra aklımda kalan ve okumasaydım olmazdı dediğim eser ile baş başayız. Akıldan Bela. Aleksandr Sergeyeviç Griboyedov’un kaleme aldığı bu güzel tiyatro oyunu, klasiklerin arasında yer alıyor. Fakat benim dikkatimi dediğim gibi Erzurum Yolculuğu ile çekmeyi başardı. Peki, bu nasıl oldu? Puşkin’in yolda karşılaştığı bir cenaze ile oldu. Sanırım etkinin büyüklüğü açısından Puşkin’in Erzurum Yolculuğu okunmalı, ardından Akıldan Bela okunmalı.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
İşte gerçek bir ufuk açıcı, evet tam tanımı uzun bir süre düşündükten sonra bulabildim. Gerçek tanımı bu olmalı bu kitabın. Ufuk Açıcı. Hani bazı kitaplar vardır okudukça bazı şeyleri çok daha iyi anladığınızı ve bildiğinizi hissedersiniz. Hah işte aynen öyle bir kitap Neden Yazıyorum. George Orwell usta bu konuda yine kendisini aşmış ve bizlere olması gereken objektif anlatımı sunmuş. O kadar güzel bir dille anlatmış ki o zamanları ve o zamanların İngiltere’sine hayran olmamak elde değil.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Yaratıklar Aramızda, yaratıcı bir Alan Snow kitabı. Okurken asla sıkılmayacağınız, hem eğlenceli hem de renkli bir kitap. Üstüne bir çizimler eklenince tamamen tamamlanmış oluyor güzel bir kitap.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Yine güzel bir Neil Gaiman kitabı diyerek başladım Yıldız Tozu’nu okumaya. Fakat aradan geçen bir kaç on sayfadan sonra bir şeylerin fazlasıyla uzadığını hissetmeye başladım. Evet, kötü gitmiyordu tabi ki de fakat dediğim gibi bir şeyler olmamış ya da fazla mı olmuş bilemiyorum tadını yitirmeye başlamıştı.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
İnceden inceden dalgasını geçen bir Boris Vian kitabı. Nereden bakarsanız bakın göreceğiniz tek şey Boris Vian’ın ince zekâsı ve iğnelemeyi seven düşünce yapısıdır. Bunu yaparken okuru sıkmadan, eğlendirerek yer yer güldürerek yapması da bizler için bulunmaz bir nimet.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Anlatmaya gerek yok bazen. Hele bu bazenin içinde Orhan Veli varsa. Zaten söz düşmez bizlere anlatmak için. Ne büyük üstatlar ne büyük sözler dizmişler ardı ardına. Bize sadece okumak düşer bu güzel havalarda Orhan Veli’yi. Bu güzel havalarda okumak lazım ki bizi de yaksın o güzel havalar.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…