Hepimiz hatırlarız sanıyorum bu güzel insanı. Güzelliği konusunda hepimiz hem fikiriz. Ama bir dönem zekası ile ilgili sorun oldu. Meşhur sözü “Benim oyum ile dağdaki çobanın oyu bir mi?” sonrasında. Evet, ilk duyulduğunda büyük bir sorun teşkil ediyor. Çok ayrıştırıcı bir söylem. Ötekileştirme, aşağılama vs. ne derseniz artık gelir ardından. Aslında biz bunu cahil oy ile cahil olmayan oy olarak kullansak çok daha iyi ve güzel. Aysun Kayacı deyişi ile benim oyum, senin oyun.
Fakat aradan geçen bunca yıl sonra, bu sözün arkasında ister istemez bir şeyler renklenmeye başladı. Sözün arkasında görülen bazı doğrular. Daha doğrusu bir yanlışın, bir doğru gibi görünmesi sonucunda oluşan renkler. Demokrasi ne idi ve bize nasıl lanse edildi? Biz ne anladık demokrasiden? Belki de biz anlamadık demokrasi denen, her an her şeye çevrilebilir sistemi.
Normalde bilinen nedir? Herkesin bir oy hakkı var. Aysun Kayacı’nın bir oyu, dağdaki çobanın da bir oyu var. Oldukça eşitlikçi bir durum gibi. Aslında her iki kişi aynı eğitim düzeyinde, aynı bilgi seviyesinde ise evet, bu doğru. Aslında bunu eğitim olarak tanımlamak yanlış. Eğitimli olan o kadar fazla cahil var ki, sanıyorum çobanın otlattığı koyunların bıraktığı zeytin tanesi gibi dışkı kadar bile beyinleri yoktur.
Her çoban bir mi canım!
Biz bunu çoban olarak ilerletmeyelim. Çünkü bu fişleme gibi oluyor. Üstelik bazı çobanlar var ki nereden nereye gelmişler. Sadece çoban demeyelim, hakikaten cahil olan ve doğruyu gösterdiğinde de anlamayan, anlamak istemeyen kesim diyelim. Çoban olup, koyunları otlatırken (yayarken denir bizim oralarda), Dostoyevski okuyup, Ortaçağ tarihinde yaşananları, Darwin’e şeytan gibi bakan dincilere aslında Darwin’in ne dediğini anlatabilen, 6. hanedan zamanında Mısır’da yaşananları anlatacak eski bir çoban biliyorum. Bizzat kendim.
Evet, Ege’nin güzel bir sahil kasabasında büyüdüm ve bir dönem koyunlarımız vardı. Ama sandığınız koyunlar değil. Benden kat ve kat zeki yaratıklardı. Benden önce bir yılanı görüp, gerekli uyarıyı ayaklarıyla yaparlardı. Ama bunu bırakın algılamayı, tam tersine kızan, “neden yürümüyorsunuz yahu?” söylemleri ile bağıran insandan çok daha zeki.
Ne kadar tuhaf değil mi? Koyun bir halk dediğimiz halkımız, hiç bir yılanı görmüyor gözünün önünde olmasına rağmen. Ama onların benzetildiği eşsiz zekalı hayvan, dünyanın en gelişmiş canlısı iddaasında olan, her seyin kendisi için yaratıldığı sapıklığına kadar varan egosu ile yaşayan insanın göremediğini görüyor. Fakat bizim insanımız, gerçek kötüyü bile göremiyor.
Cehaletin ete kemiğe bu kadar bürünmesi
O zaman ne diyelim? Çoban demiyoruz, koyun demiyoruz. Cahil diyelim mi? Sebebine de cehalet deriz. Burdan devam ederiz gideriz. Anlaşılmayanı anlatmaya çalışarak. Peki kime ne kadar faydamız olur? İşte bunu bilemiyoruz. En sade, en düz şekilde anlatmak lazım. Bizim insanımız ağdalı sevmez cümleleri. Olduğu gibi devam edeceksin hatta yer yer kabalaşacaksın. O zaman adam (!) yerine konuyorsun. Kibar olursan vay haline!
Konumuza dönecek olursak, Aysun Kayacı, o zamanlar öyle bir laf sarf etmişki, yıllar sonra da sorgulayacak, tartışılacak ve üzerinde saatlerce konuşulacak. Demokrasinin böyle olmaması gerektiğini söyleyen Roma İmparatorluğu zamanlarından beri süregelen tartışmalardan biri olacak. O zamanlardan bu zamanlara değişen o kadar az şey var ki dünyamızda. O kadar büyük yalanlar, o kadar çok doğrumuz olmuş ki, insan bazen bunu nasıl yapabilmişler diye düşünmeden edemiyor.
Tabi bu düşünme sonrasında yine aynı sonuç çıkıyor; cehalet. Korkunç düzeyde bi cehalet, inanılması zor bir fanatizm, körü körüne inanan, asla sorgulamayan bir halk, korkunç düzeyde zararlı bir düzeye ulaşmış milliyetçilik ve en önemlisi din zırvaları. Bunların hepsi birleştiğinde o kadar güzel bir hamur elde ediyor ki sözde demokrasi koruyucuları, istedikleri yemekleri yapıp yiyorlar. Asla ama asla doymuyorlar. Bize de masada çöpler kalıyor.
Türkiye seçmeni
Sözün kısacası, cahil, kolayca kandırılabilen, kömüre, makarnaya tamah edebilen, düşünmeden, sorgulamadan bi haber, körü körüne her söylenen inanan bir insan ile Aysun Kayacı’nın oyu bir olmamalı. O en azından bu sayılanların büyük bir kısmını yapmıyor. İşin daha fenası, kendini bilime, ilime vermiş, sürekli düşünen, saatlerce okuyan, araştıran, sorular soran, nedenleri arayan en önemlisi belki hakkını arayan biri ile asla ama asla bir olmamalı.
Kısacası dedim yine uzattım ama sorun burada Aysun Kayacı’da ya da o cahil kimsede değil. Burada sorun sistemde. Sistemlerinin eşit olduğunu söyleyen, sürekli çalan, vergi adı altında hırsızlık yapan, çıkarcı, yalancı, kendi çıkarından başka hiç bir şey düşünmeyen, genelde de düşünmeyen kötü yöneticilerde.
Aysun Kayacı bu sözü söylediğinde onu linç edenler bile artık yaptıkları yanlışı anlamışlardır. Sen haklıymışsın diye yazan, çizen söyleyen çok var. Geç kalınmış olsa da bir özür borçlu insanlar Aysun Kayacı’ya. O sıralar bu söz bana o kadar kötü gelmemişti. Evet, belki biraz ayrıştırıcı idi ama yanlış değildi. Bir doğrunun, yanlış biçimlendirilmiş haliydi sadece. Aslında konu benim oyum senin oyun idi. Çobanlık yaptığım zamanlara gidip gelmeme ve benden bahsetmediğini anlamama neden olmuştu.
Bu sorunu çözebilirsek eğer -ki benim hiç umudum yok- belki bu oy eşitliğini de çözmüş oluruz. Ama bilmemiz gereken bir şey daha var. Bu çözümlerin hepsi için daha fazla okumamız, daha fazla sorgulamamız, daha fazla çaba göstermemiz gerekiyor. Bir kısacası daha yazayım buraya, kısacası eğitim, eğitim ve yine eğitim.
Eğitim eğitim eğitim
Herkesin özgürce çocuk yapabildiği ve bu çocukların ne yazık ki kötü bir eğitimle büyüdüğü ülkemizde, eğitim belki de en ama en önemli maddemiz olmalı. Herkesin özgürce çocuk yapması derken de şunu demek istedim. Çocuk bakabilecek, yetiştirebilecek kimseler çocuk yapmalı. En azından belli bir yaşa gelene kadar çocuğa karışmamalı. Alması gereken eğitimi almalı. Daha çocuk yaşta milliyetçilik, dil, din, ırk zırvaları ile kafasına taraf olmayı sokup, onu köreltmemeli. Geleceğin kör cahili yapılmamalı bu insanlar.
Eğer bunu yapmazsak, çobanın değil, ileride cahil oydan başka bir şey kalmayacak. Hatta öyle bir noktaya geleceğiz ki, cahil olmayan bir oyun kıymetini bile bilemeyeceğiz. Cahil oy ile cahil olmayan oy arasında ne fark var bilen bile olmayacak.
Yazı daha fazla uzamadan burda bitirsem iyi olacak. Sonuçta okumayı çok sevmiyoruz. Hem bakarsınız ileride bu yazılar yüzünden idam bile gelebilir. Tarihe meraklı mısınız bilmiyorum ama eğer meraklı olsaydınız, günümüzde yaşadıklarımızın büyük bir kısmının, 1933 Almanyası ve 1979 İran’ın çöküşü ile ne kadar benzer olduğunu görme şansına ulaşırdınız. Bu kadar kötü bir sona gider miyiz? İnanın bilmiyorum.
Bu ülkede artık hiç bir şeyi bilmek istemiyorum.
13 Ağustos 2020