Skip to main content

Bu ay diğer aylara nazaran azalma olsa da istikrarlı okumalarım devam ediyor. Bu ay kendimi çizgi romanlara daha çok verirken, aynı zamanda fotoğrafçılık ile ilgili de bir şeyler okumak istedim. Bir de Beyaz Diş okudum ki okuduğum birçok kitaba bedeldi.

Lafı çok fazla uzatmadan direkt konuya giriyorum.

Her ne kadar adında “resimli” kelimesi geçse de okumak istediğim bir kitaptı Ian Westwell’in hazırladığı I. Dünya Savaşı kitabı. Aslında eserin tam adı da I. Dünya Savaşı – Resimli Harp Tarihi şeklinde. Nedense bir kitapta resimli, açıklamalı vs. gibi ekstra notlar olunca acaba çok yüzeysel midir? Diye bir şüpheye kapılıyorum. Hani resimler de var bak o yüzden çok detaya girmedik gibisinden. Ama durum elbette böyle değil. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Sadece fotoğrafçının değil herkesin göz gelişimi için gerekli bir kitap.

Amatör bir fotoğrafçı olarak elimden geldiğince büyük üstatların eserlerini okumaya ve görmeye çalışıyorum. O büyük üstatların en büyüklerinden biri olan, Ara Güler’in, edebiyat dünyasına kazandırdığı 100 Yüz adlı eseri anlatmaya çalışacağım. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Persepolis sonrası olmazsa olmazlar arasına hızlı ve kesin bir giriş yapan Marjane Satrapi’nin okuduğum ikinci kitabı. Azrail’i Beklerken, diğer eserinde ki gibi genel bir konu değil, daha kişi bazlı bir anlatım gibi görünse de aslında toplumsal birçok noktayı bize gösteriyor. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

A’mâk-ı Hayal Filibeli Ahmed Hilmi’nin eserinden, Mustafa Kara tarafından uyarlanmış bir çizgi roman. Daha başlar başlamaz hatta başlamadan kapağından bile ne güzel bir iş olmuş bu dedirtiyor. İlk sayfa ile birlikte de işte arşivime bir eşsiz parça daha giriş yaptı diyorsunuz. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Berlin, savaş yılları ve insanlar. Güzel insanlar da var güzel olmayanlarda. Yani Almanlara göre bu böyle. Ayrımcılık, kutuplaşma, ırkçılık. Güzel mi güzel bir savaş havası her yere hâkim oluyor, kesinlikle okunması gereken bir seri.

Yazmak Üzerine, Ernest Hemingway’in yazar olmak isteyenlere ya da bir şeyleri nasıl yazmalıyım sorusu olanlara, ders niteliğinde öğütlerini barındırdığı, güzel bir güzel bir eseri. Böylesi büyük bir yazardan, öneri alabiliyor olmak büyük bir olanak. Hem de kendisini kaybedeli bu kadar zaman olmasına rağmen. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Daha öncesinde Vahşetin Çağrısı ile güzel bir giriş yaptığım Jack London serüvenime Beyaz Diş ile devam ettim. Yıllar öncesinde okuduğum Vahşetin Çağrısını okurken hatırlamıştım biraz biraz. Ama Beyaz Dişi çok ama çok unutmuşum. Hatırlamak çok ama çok iyi geldi. Bu kitabın ne kadar muhteşem bir eser olduğunu bir kez daha bilmek, bilmelerin en güzeli oldu benim için. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Her ay olduğu gibi bu ayda bir Shakespeare eseri okudum. Hemen bitirmemeye özen gösteriyorum Shakespeare eserlerini. Yenileri gelmeyecek ve tekrar tekrar okunacaklar. Bu ay seçtiğim eseri dramdan çok komedi bir eser. Eski Yunanda geçen bir düğün anlatılıyor Bir Yaz Gecesi Rüyasında. Tabi Shakespeare üslubu ile bir anlatım. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Almanların lirik şiir denildiğinde akıllarına gelen en önemli şairlerinden biridir Rainer Maria Rilke. Bu kadar büyük bir unvana sahip olunca okumadan geçmek doğru olmazdı. İş Bankası Kültür Yayınları dilimize de kazandırmış bu eseri eee o zaman bahanemiz de kalmıyor okumamak için. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Beyaz Yele on iki yaşında bir çocuğun (adı Folko) ve bir atın güzel öyküsü. Bembeyaz ve dupduru olan bu at yabani doğada büyümüş evcil olmayan bir at. Çocuk ise fakir bir aileden geliyor ve hayatını kazanmak için sazlıklarda bataklıklarda teknesiyle bir o yöne bir bu yöne dolanıyor, balık arıyor. Hiç istemiyor aslında balıkçı olmayı ama yapacak başka bir şeyi yok. Alternatif bir yaşam söz konusu değil onun için. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Kölelikten Kaçış, köle bir gencin bu inanılması güç zorlukta ki hayattan kurtulmasını konu alan güzel bir kitap.

Tormesli Lazarillo ile ilgili şunu söyleyebilirim, hemen alın ve okuyun. Çok sürükleyici ve çok güzel bir hikâye, nedendir bilemiyorum az biraz Şeker Portakalı tadı aldım kitabı okurken.

İsa’nın Oğlu, Denis Johnson tarafından yazılmış az biraz sert bir kitap. Yeraltı eseri demek belki daha doğru olur. Sert kitap dediysem korkulacak bir şey yok. Aslında hayatın birebir aynısı, hayat her insan için tozpembe değil biliyorsunuz. Hatta kimseye karşı tozpembe değil eğer pembelik alacak kadar paran yoksa. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Kum Kitabı nedendir bilinmez beklentilerimi karşılamadı. Daha doğrusu bir şekilde bir yerlerde kopukluk oldu. Belki de beklentilerimi daha düşük tutmalıydım bilemiyorum. Ama diğer eserleri ile devam edeceğim yazarın.

Ölen Adam, okuduğum en tuhaf en belirsiz kitaplardan biri oldu. Başından sonuna kadar bir tür gizem silsilesinin devam ettiği kitapta, yazarın kurguladığı olayın olumsuz bir yanını göremedim. Her ne kadar inanılması zor bir olay gibi görünse de ister istemez kendimi bu duruma inandırmış olarak buldum kendimi. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Patagonya Ekspresi nedendir bilinmez beni bir türlü içine alamadı. Sürekli olarak bir sıkıcılık hâkimdi. Tabi bu benim o an ki ruh halimle de alakası vardır. Elbette zamanınız varsa okumalısınız ama yok sırada daha çok kitabım var derseniz, bu kitabı biraz daha sonlara atabilirsiniz.

Yunanistan’ın Dostoyevski’si gibi bir tanımlandırma ile anılan Alexandros Papadiamantis’i yeni keşfetmiş bulunuyoruz. Evet, yeni başladık okumaya. Neden derseniz daha yeni dilimize çevriliyor. Hatanın neresinden dönülse kar, darısı diğer çevrilmeyen güzel eserlere diyoruz ve okumaya başlıyoruz. Yazının devamı için lütfen tıklayın.

Evet, bu aylık bu kadar. Gelecek ay daha güzel okumalarla devam edeceğim.

İyi okumalar.

Bu Ay Okuduklarım – Nisan 2016

bu-ay-okuduklarim-nisan-2016

Leave a Reply

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.