Öyle sanıyorum ki Şubat ayı okuma aylarımın en ama en bereketlisi idi. Tamam kabul ediyorum okuduklarımın arasında çok fazla çizgi roman ve tiyatro eseri var bu ay ama bu bir şey değiştirmez değil mi? Raporlu olmanın verdiği evde olma lüksünü bol bol kitap okuyarak değerlendirdim sonuçta.
Fotoğraftaki sıra ile başlıyorum ve yukarıdan aşağıya doğru gidiyorum. Bir paragraf bilgiden sonra sizleri kitapveyorum.com sayfamızda ki ilgili sayfaya yönlendiriyor olacağım. İlk kitap Boğulmamak İçin – George Orwell eseri oldu. Bu kitap ile ilgili yazımı şu linkten okuyabilirsiniz.
Okumaya John Berger kitabı gibi başladım. Fakat biraz ilerledikten sonra öyle olmadığını anladım. Ama bu kötü demek değil kesinlikle. Sadece işleyişe çok fazla adapte olamadım ve sürükleyici gelmedi ilk başlarda. Bu tabi okumamı etkileyen en büyük unsur oldu. Fakat kitap ilerledikçe içine çekmeye başladı ve anladım ki bazen güzel şeyler için biraz zaman geçmesi gerekiyor. Tıpkı ağacın çiçek açması için aylarca beklemek gibi. Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Alice Harikalar Ülkesinde, Lewis Carroll takma adı ile Charles Lutwidge Dodgson tarafından 1865 yılında kaleme alınmış bir romandır. Alice adında bir kız çocuğunun, bahçelerinde gördüğü bir tavşanı takip etmesi ve tavşanın girdiği deliğe bakarken o deliğe düşmesi sonucunda, fantastik bir dünyaya geçiş yapmasını konu alır. Alice’i duymayan yoktur, biliyorum ama belki bir ihtimal olabilir diye düşünerek, böyle bir giriş yapmayı uygun buldum.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Kediler ile ilgili ne çok kitap yazılmış değil mi? Evet hem de çok fazla. Fakat bunlardan biri var ki o bizi en derinden anlatımı ile derinden etkileyen Bukowski abimiz. Kendisi ile tanıştığımız günden beridir tüm kitaplarını okuyan biri olarak diyebilirim ki biliyordum bir hayvan sever olduğunu ama bu kadarını bilmiyordum… Hayır, bu kadar güzel anlatım olur mu? Olurmuş. Eğer kitap Bukowski ise olurmuş arkadaş.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Mitolojik zamanlardan gelen bir kitap tadı var bu kitapta. Tabi öykü biraz yarım bırakma tadı verse de, bu mitolojik havayı alıyorsunuz. Bir çırpıda okunabilecek bir dile sahip Diotime ve Aslanlar. Henry Bauchau akıcı bir kitap tasarlamış, sadece kendi hayal gücüne değil, mitolojiye de yer yer yer vermiş.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Bilinmeyen Bir Adanın Öyküsü Jose Saramago’nun okuduğum ilk kitabı idi. Büyük bir beklenti ile başladım fakat çeviriden mi yoksa kitaptan mı yoksa benden mi bilemiyorum ama düşündüğüm gibi bir okuma olmadı. Bir sonra ki eserleri ile devam edeceğim.
Yazarın okuduğum ilk kitabı. Kapağına bakarak hareket etmemeliyim dediğim, sıfır önyargı ile başladığım ilk kitabı. İyi ki de böyle başlamışım dediğim bir kitap. Hem beğendim hem de okudukça yaşadığım kitaplardan biri oldu Bazuka. Ama hak ettiği değeri göremeyenler arasında yer almış gibi geliyor bana. Bilemiyorum. Belki de yanılıyorum. Yani yanılsam keşke.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Puşkin’in 1829 yılında Osmanlı-Rus Savaşı zamanında Erzurum’a yaptığı yolculuğu ve orada yaşadıklarını anlattığı seyahatname tadında kitabı Erzurum Yolculuğu. Kitaba başladığınız andan itibaren sizi o zamanlara götüren eşsiz bir anlatım. Çeviri de Puşkin nişanına sahip, Ataol Behramoğlu olunca bambaşka bir heyecanla okunuyor tabi.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Her Stefan Zweig kitabında olduğu gibi, Olağanüstü Bir Gece’de de yoğun bir psikolojik durum analizi aldım bünyeme. Bu kez biraz daha farklı bir durum vardı. Yer yer kendimden izler bulduğum bir başkarakter yani kitabımızın kahramanı vardı. Birçok kez aaa evet diyerek hak verdiğim bu karakter, birçoğunuzun belki hiç sevemeyeceği, bazılarınızın ise içinde bir şeyler açtıracağı bir karakter.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Keşanlı Ali Destanı’ndan sonra okuduğum ikinci Haldun Taner eseri Yalıda Sabah oldu. Bizden, hem de çok bizden, samimi ve içten mi içten hikâyeler var Yalıda Sabah’ta. Sadece beğenmek ya da beğenmemek değil, aynı zamanda kendinizden bir şeyler bulabileceğiniz çok gerilere götüren, anılarda başıboş dolaşmanızı sağlayacak bir kitap Yalıda Sabah.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Kral Oidipus ile Sophokles okuma zevki devam ediyor. Her kitabı ayrı bir güzel ayrı bir şölen dediğim cinste kitaplar. Tüm eserleri tavsiyemdir.
Irkçılık, kıskançlık, namus, soyluluk, ihanet, hainlik ve bunların arasında yok olan masum hayatlar. Biri bana Othello’yu özetle dese sanırım böyle özetlerim. Tabi bir kaç ekleme daha yaparım. Örneğin, hiç iletişim kurmadan, insanların dolduruşuna gelerek yalan yanlış kararlar alan bir aptalın öyküsü derim. Sevdiğim insan dediği insanı dinlemeden yargılayan, ona ceza olarak ölümü sunacak kadar cehalet içinde harmanlanmış aptal, sadece bizim memleketten çıkmıyormuş derim.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Çok merak ettiğim bir kitaptı Cennetin Anahtarları. Büyük ressamın yazımı nasıl diye düşünüyordum hep. Sizde merak edin ve bir an önce bu merakınızı giderin…
Kadınlar Mektebi 17. yüzyılda Moliere tarafından yazılmış bir oyundur. Moliere’in ilk komedyalarından biri olarak bilinir. Sahnelenmesi 26 Aralık 1662 tarihinde gerçekleşti. Oyun, dönemin kralının kardeşinin sahnesinde sahnelenmiştir. O dönemin çok ünlü bir tiyatro sahnesinde sahnelenip, oldukça ses getirmiş bir komedyadır.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
William Shakespeare’in çağdaşı olarak bilinen, Lope de Vega adlı İspanyol yazarın, 17. yüzyılda yazdığı, yazarın bilinen en iyi eserlerinden biridir Olmedo Şövalyesi. Yazıldığı zamanda da çok konuşulan ve çok beğenilen bir yazardır Vega. Bizler daha yeni tanışıyoruz tabi. Bakalım nasılmış dedim bende yazarın bu eserini okumaya başladım.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Hırçın Kız, William Shakespeare komedi türünde ki oyunlarından biri. Adından da anlaşılacağı gibi oldukça hırçın bir kızın öyküsü anlatılmaktadır. Tabi bu öykünün içinde bir kaç öykü daha yer almaktadır. Her zaman olduğu gibi Shakespeare, bu oyunda da tek bir olay ile tek bir anlatım ile ilerlemez, farklı kollardan farklı anlatımlarda bulunur.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Nors mitolojisi, İskandinav mitolojisi, Viking tanrıları gibi konulara değinen, güzel, sade bir çocuk kitabı benzeri fantastik bir eser Uyuyan Ordu. Thor’un kardeşi Loki ve onun hınzırlıkları daha doğrusu kötülükleri sayesinde karışan işleri toparlama görevi, ölümlü bir kız çocuğuna kalmıştır. Bu küçük kız çocuğu her şeyden habersiz, müzede gezinirken başına gelen bu olaydan sonra elinden geleni yapar.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Boris Vian’ın her daim okunacak muhteşem romanlarından (Günlerin Köpüğü, Pekin’de Sonbahar vb.) olmayan, diğer kategoriye giren yani Mezarlarınıza Tüküreceğim Ve Bütün Çirkinler Öldürülecek tarzında olan, ama güzel ve hızlı okunan, enteresan, alternatif delilikler içeren bir kitabı.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Bu kitap için benim yazım daha haızr değil. Sizi yeğenimin yazısı ile baş başa bırakıyorum. Ne yazsam az gelebilir çünkü…
İthaki’nin bilim kurgu klasikleri serisinden bir kitabı tanıtacağım bu gün: Kıyamete Bir Milyar Yıl. Rus yazarlar Arkadi ve Boris Strugatski’nin 1977 yılında kaleme aldıkları bu eser o kadar canlı ki, günümüzde geçiyormuş hissi veriyor.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Şamatacı Suçlular ve Daha Fazlası, Nick Hornby, Neil Gaiman ve Jonathan Safran Foer tarafından kaleme alınmış öykülerin bulunduğu bir toplama kitap. Fantastik öykülerin yer aldığı güzel bir kitap denilmekte. Yazarların kalitesine bakılacak olursa kaçmaması gereken kitaplardan biri gibi görünüyor. Neil Gaiman’ın tüm kitaplarını alıp okumayı görev edinmiş bizler için hele hiç kaçmaz.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Uzun bir zaman önce okumayı düşünüp unuttuğum bir kitaptı Küba Ritmi. İşin doğrusu biraz önyargı biraz öncelikler derken oldukça ertelenen bir okuma oldu. Tabi birde dış görünüşe göre yargılama devreye girdi. Her insanın yapabileceği bir davranış olan kapağa göre kitap değerlendirmeyi bende az biraz yaptım Küba Ritmi’nde. Ama haksızda sayılmam şimdi. Kapak konusunda çok ama çok daha güzel çalışmalar yapılabilirdi bence. Neyse biz kitabın ne anlattığına bakalım.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Edgar Allan Poe üstadımızın yazdığı son derece gerilim yüklü, güzel bir kitap. Son sayfasına geldiğinizde ne oldu yahu diyeceğiniz eşsiz bir Poe ziyafeti. Evet, yazıya girer girmez beklentileri yükselttiğimin farkındayım ama inanın durum tam olarak bu. Zaten Poe üstadı bilenler ne demek istediğimi anlamışlardır.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Körler Ülkesi H. G. Wells’in bizleri çok farklı bir açıdan düşünmeye iten eşsiz bir eseri. Aklımıza gelen soruları, kendi dünyasında cevaplamakla kalmayıp, yenilerini ekleyen Wells, bizi kitabın son sayfasını kapattığımızda bir başımıza düşünmeye bırakıyor. Her zaman ki gibi bir Wells şöleni ile karşı karşıya olduğunuzu bilerek başlayın bu kitaba.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Sizlere son zamanlarda okuduğum en sürükleyici çizgi romanlardan biri Logicomix oldu. Gerek kurgusu, gerek anlatımı, gerek konular arasındaki geçişleri kısacası tam anlamı ile olmuş bitmiş bir çizgi roman. Kelimenin tam anlamını kullanabileceğimiz bir an yaşatıyor bizlere. Mükemmel. Evet, Logicomix için en iyi kelime bu hakikaten.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Son zamanlarda okuduğun en iyi çizgi roman uyarlaması hangisi diye soran olursa cevabım şüphesiz Don Kişot olacaktır. Flix tarafından hazırlanmış çalışma hakikaten övgüyü hak ediyor. O kadar güzel o kadar ince düşünülmüş bir kitap ki ne desem bilemiyorum. Hikâyenin anlatımına, günümüze uyarlanmasına, ara ara verilen cevaplara ve tabi ki çizimlere kadar herşey tam olması gerektiği gibi.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Bağdat’ın Aslanları ve Saga serisinden sonra Brian K. Vaughan tarafından yapılmış her işi takip etmeye karar verdim. Sağ olsun kendisi oldukça çalışkan ve üretken bir kimse. Oldukça iyi işler yapıyorlar. Baktım ki Brian K. Vaughan tarafından yapılmış Son Erkek diye bir seri var. Ad olarak enteresan konu olarak enteresan bir çizgi roman, güzel olması çok yüksek olasılık dedim ve hemen okumaya başladım.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Dövüş Kulübü ilk çıktığı zamanları hatırlıyorum. Filmden çıktığımızda etrafı pis pis kesiyorduk. Daha çok gençtik tabi. Dövecek birilerini aramıyorduk bizi dövecek birileri olsa diyorduk. Tüketim çılgınlığının başlamış olduğu zamanlardı. Bizlerin de bunu fark etmeye başladığımız zamanlardı. Tokat gibi gelmişti bize Dövüş Kulübü. Birkaç kez daha izlemek istiyorduk. Sanki izledikçe dünya daha güzel olacaktı, her şey bitecekti.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…
Uzun bir zamandır raflarda ve reklamlarda gördüğümüz bir eser var. Puslu Kıtalar Atlası. Bende uzun bir süredir alıp okumak istiyordum. Açık söylemek gerekirse kitap ile ilgili bir bilgim, haliyle de fikrim yoktu. Okumaya başlayınca anladım ki çok geç kalmışım. Ama olsun dedim zararın neresinden dönersek kardır. Bir soluk derler ya hani işte ben o bir soluğu bir soluktan kısa sürede verdim ve bitirdim.
Yazının devamı için lütfen tıklayınız…