Hepimizin çoğunlukla yaşadıkları, çoğunlukla yaşanmamış gibi yaptıkları üzerine bir Spike Jonze filmi. Aşk diye çevrilmiş ve bir aşk filmi olarak ele alınmış ülkemizde. Fakat durum böyle değil. Evet, aşk var fakat cicili bicili, sahte acılı bol gözyaşlı vıcıklıklardan değil. Olması gerektiği kadar, olduğu kadar. Kalanı ise distopya. Yoksa ütopya mı demeliyim?
Filmin başlangıç müziği, size sunacağı deneyimin kopyasını verir gibi. Sonrasında bir iş yeri görüyoruz rengarenk. İnsanlar robot gibi başkalarının duygularını, kendi kelimeleri ile mektuplara döküyor. Günün sonunda herkes telefonları ile konuşuyor. Yolda, metroda, işte her yerde. Kimse kimseye bırakın kelimeleri, gözlerini bile deyirmiyor. Akşam olduğunda evlere çekilen kendi kendinin kahramanları ve bizim kahramanımız pardon düz insanımız, eskileri hatırlıyor. Sonra kafasını dağıtmak için yine telefonuna gidiyor ve bir sohbet odasına giriyor. Hayvani dürtülerini birbirine sunan başka biri ile dürtülerini dizginlemeye çalışıyor.
Sonra yine bir iş günü yine bize sunulan hayattan bir kesit. İstedikleri gibi yaşattıkları dünyada istediğimizi sandığımız dünyada bir gün daha başlıyor. Yeni bir günde yeni bir deneyim ile tanışıyor. Bir işletim sistemi ama basit bir işletim sistemi değil. Yapay zekâ bir işletim sistemi. İlk konuşma başlıyor ve düz insanımız oldukça farklı bir deneyimin içinde buluyor kendisini. Bilgisayar ile konuşuyor fakat konuştuğunun bir bilgisayar değil sanki tam olarak ihtiyacı olanmış gibi hissediyor. Belki de bir şeyler hissetmek istiyor.
Film başından itibaren mükemmel bir film seyretmenizi sağlıyor. Elbet aklınızda bazı soru işaretleri uyanıyor. Burada beni anlatıyor sanki diye düşünüyorsunuz. Hayat bazen böyle değil mi? Bir şeyler için sürekli üzülerek, hüzünlenerek, gerçek olduğunu sandığımız her şeyin bir gün geldiğinde kırıldığını görerek devam ettiğimiz bir hal almıyor mu diye soruyorsunuz.
Her’de oyunculuklar ustalık seviyesinde. Müzikler özenle seçilmiş. Yansıttığı dünya ile iç içe geçirebildiğiniz bir türde. Hiç bir şekilde çiğ durmuyor. Seçilmiş renkler, kıyafetler, abartısız gelecek sunumları çok etkileyici. Hiç bir şey sırıtmıyor ve abes durmuyor. Yüksek belli pantolonlar korkunç olsa da -şahsi fikrim elbette- Mekânlar, yollar, ev ortamı her şey özenli bir şekilde seçilmiş. Komşuların tavırları, iş arkadaşları onların yaşamlarını tanıma imkânı için sunulan kısa geçişler ve konuşmalar hepsi mükemmeldi.
En güzel yanı ise yalnız bir erkeğin duygularını yansıtmasıydı. Bir kadın ile buluşması ve o kadını sadece seksi bulması, onunla sadece yatmak istemesi ve bunu işletim sistemine yani yapay zekâ Samantha‘ya itiraf etmesi çok gerçekti. Bir kalp kırıldığında, onu kıran gibi birinin bir daha bulunamayacağını düşünüyor bazen erkek. Geçici geceler yaşamak istiyor, sadece yatmak, zevk almak ve bu sayede hem kalbinde oluşan yaranın kapanmasını hem de hayvani dürtülerine son vermeyi planlıyor. Aslında bu hayvani dürtüleri ile birleşince bir çözümmüş gibi geliyor. Bunu yapmak istiyor ötesini düşünmüyor bile. Ama o gece olsa da olmasa da, acı çeken kalbin son gecesi o gece olmuyor.
Her, üzerine bir kaç paragraf yazılarak bitirilebilecek bir film değil. Konunun derinlikleri içinde farklı konuların derinlikleri çıkıyor. Boğulmamak elde değil. Modern insanın sorunlarını daha doğrusu göremediği ama hissedebildiği sorunlarını, yalnızlığını, sevgisiz dünyasını çok iyi işliyor. Her şeyin aslında ne kadar sahte olduğunu yüzümüze çok iyi vuruyor. Melankolik ve sadece aşkı tanımlayan ya da anlatan bir film değil asla. Basit bir distopik hayat filmi de değil. Abartılı sahnelerle bezenmiş bir Hollywood saçmalığı hiç değil. Her sahnesinde sizi bir şekilde yakalayan ve etkileyen bir film.
Özellikle son sahne içinizde bir titreme yaptırıyor. Müzik, ışıklar, gece, anlatı hepsi büyüleyici bir şekilde çıkıyor ekranda. Yüz mimiklerinde oluşan o derin hüzün, az biraz tebessümle olması gereken daha doğrusu mutlu olacağımız hali buydu ve olmalıydı bakışları. Yazdırılan metinden sonra havanın her zerresini içine çekerek güne bakmak, yine de güne uyanmak. Çok güzeldi, çok.
Gladyatör’de Sezar’ın kötü oğlu Joaquin Phoenix bu filmde oyunculuğunu gösteriyor. Hem de fazlasıyla. Kendisi artık saygımı daha çok kazanmış bir oyuncu. Takipteyiz kendisini. Spike Jonze için bir şey demeye zaten gerek yok. Kendisinin filmlerini takip ediyoruz. Bu film Oscar’ı Spike Jonze’a kazandırmış, sadece Oscar değil, birçok ödül kazanmış bir film. Detaylı bilgi almak için tıklayınız.
Dediğim gibi yazacak çok şey var aslında fakat çok uzatmak istemiyorum. Bunu yazmayı nasıl unuturum dediğim bir şey çıkarsa ekleyeceğim.
İyi seyirler dilerim.
One Comment