Skip to main content

Herhangi bir fikrim olmadan başladığım bir filmdi Danimarkalı Kız. 1890’lar olmadı 1920’lerden bir film seyretmek istiyordum. O zamanların yaşantıları, o zamanların atmosferi ve tabi ki o zamanların doğası. Eğer bir de sinematografik anlamda görsel şölen sunuyorsa tadından yenmez diye içimden geçiriyordum. Sonra Danimarkalı Kız’ı açtım ve bunların çok daha fazlasını buldum.

Peki, ne kadar fazlası? Ya da bir diğer sorun ne fazlası? Şimdi size burada filmi anlatma niyetinde değilim. Zaten anlatmadan bana ne anlattığını anlatmak istiyorum. Filmi izleyiniz, size anlattıklarınız dinleyiniz. Benim anlattıklarım size ön ya da değil yargıdan başka bir şey vermez. Filme genel bakış açısı ile bakılırsa zaten bir anda işin rengi değişecektir. Hele hele internet dünyasına da az biraz aramalar yaparsanız ve bu yaptığınız aramalarda sosyal medya platformlarını, ergen sözlükleri ya da salt iyi ve kötü değerlendirmeler yapan blogları okursanız işte o zaman renk sadece değişmekle kalmaz, solmaya da başlar.

Danimarkalı Kız, izlediğiniz ya da izleyeceğiniz birçok filmden farklı bir film. Film, bir biyografi filmi diyebiliriz. Bunu bende bilmiyordum. İzledikten sonra öğrendim ve daha bir saygı kazandı gözümde. Filme Danimarka’da yaşayan ressam bir çiftin hayatını gözlemleyerek başlıyoruz. Klasik bir hayat kesiti gibi başlıyor. Fakat bir yerlerde bir şeylerin normalin çok dışında gittiği tadı var görmediğimiz bir yerde. Bu tat çok hızlı bir şekilde kendini gösteriyor. Bende daha Kopenhag sokaklarını incelerken ve “aaa burayı biliyorum buradan geçtim ben hala aynı yol!” diye gereksiz şaşkınlıklar içinde gezinirken, o tat kendisini gün ışığına göstermeye başlamış bile. Sadece göstermek değil, artık orada kalma niyetinde…

Filmde beni en çok etkileyen üç nokta oldu. Birincisi Einar Wegener / Lili Elbe karakterlerine hayat veren, Eddie Redmayne’in oyunculuğu. Kendisine bir değil bir kaç tane Oscar bir arada verilmeli. Böylesi bir rolün üstesinden bu şekilde gelmiş olması takdirden başka bir şey hak etmiyor. Tek kelime ile mükemmel. Mimikler, el hareketleri ve biri bir şey söylediğinde, teşekkür edeceğinde veya hazırım gibisinden bir hareket yaptığında gülümseyerek, kafasını eğmesi ve gözlerini kırpıştırması utangaç bir kız gibi, gerçekten inanılmazdı. Sadece bu değil, yürürken ellerini bir şekilde sabitlemesi, vücudunda gezdirmesi gibi detaylarda da mükemmel bir vücut dili var. Nasıl bir rol hazırlığıdır anlayamadım ama hayran kaldım.

İkincisi Gerda Wegener karakterini canlandıran, Alicia Vikander’in oyunculuğu ve bu karakterin sevgisi. Evet, sevginin ya da aşkın net bir tipi ya da tanımlaması veya sınıfı yok bunu biliyoruz tamam ama burada gördüğümüz sadece sevgi aşk vs. değil. Burada bambaşka bir şey var. Bu aşk olamaz. Çünkü bilinen aşk, bencil ve acımasızdır ama burada anlatılan aşk ya da sevgi başka bir boyutta ve başka bir boyutta bile o bedeni değil, o ruhu ya da artık adına her ne denirse onu seviyor ve sevgisini asla bırakmıyor.

Üçüncüsü ise filmin geneline sinmiş olan sinematografi. Birçok kere filmin o karesini durdurup, bir tabloya bakar gibi bakmak istedim. Görsel bir şölen sunulmuş. Sadece donuk bir kare ile değil, hareketlerle de süslenmiş. Atmosferi bambaşka olan Danimarka’nın tüm marifeti burada yansıtılmış. Dikkatimi çeken bir nokta oldu burada. Bir nedenden ötürü, Almanya’ya gidiyorlar filmimizin çifti. Bu gidilen yerdeki atmosfer az biraz daha farklı gibiydi. Yine aynı kalite ama sanki doku farklıydı. Bunu bile vermişler mi, yoksa ben mi öyle hissettim bilemiyorum.

Filmin bir yerinde iki adet son derece insanlıktan uzak yaratık, insanların hayatlarına karışmayı, onlara laf atmayı, cinsel tercihlerine göre şiddet uygulamayı görev olarak ediniyor ve uygulamaya geçiyor. Hem de sokak ortasında! Burada insanın aklına değişen hiçbir şey olmadığı geliyor. O yıllarda Danimarka’da da böyle yaratıklar varmış, bu yıllarda da yine varlar. Evet, belki şu an o kadar yoktur ama yine de var. Düşünsenize sizin bir hayatınız var ama dışarıdan o hayata sert bir müdahale edilebiliyor. Buna bahane olarak da ahlak denebiliyor, din denebiliyor, erkeklik/kadınlık denebiliyor. Daha ne kadar iğrenç olunabilir ki?

Daha sayfalarca dahalar yazabilirim. Fakat bu yazdıklarım sizde filmi izledikten sonra sizde bırakacağı etkinin, çeyreğini bile yapmaz. O yüzden tavsiyemi ediyor ve gidiyorum.

Metin Yılmaz

Danimarkalı Kız

danimarkali-kiz

Leave a Reply

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.