Skip to main content

Hayatımızın bir günü nasıl geçiyor hiç düşündünüz mü? Kesin düşünmüşsünüzdür. İşten eve evden işe değil mi? En klasik tabir budur zaten. İşten eve, evden işe. Arada da yollar, servisler, arabalar var. Peki, ama olması gereken bu mu? Yani bu mu bizler için en iyi hayat? Elbette bizden kötüsü de var bunu biliyorum. Çok kötü bir hayatımız var vızıltısı yapmıyorum. Demek istediğim aslında bu değil.

Peki ne demek istediğin?

Aslında aha şu diyebileceğim kadar net bir şey yok. Ama demek istediklerim var. Bir yerde bir yanlışlık var farkında mısınız değil misiniz bilemiyorum ama bu yanlışlık bizleri bitiriyor. Bir kez geldiğimiz ve bir daha asla gelemeyeceğimiz bu hayatta hiç bir güzelliğe zaman ayıramadan -ya da az ayırarak- yok olup gidiyoruz. Birileri daha güzel yaşasın, bizlerde iyi yaşayalım diye belki. Sistemin klasik bir döngüsü onunda farkındayız biliyoruz ama işin burada bir komedisi var dostlar. Hiç kimse hiçbir şey yapmıyor…

Kabullenilmişlik en üst düzeyde gidiyor. Bu tip şeyleri söylediğin zaman, çeşitli sıfatlarla yargılanıyor, yer yer deli yerine konuluyor yer yer “Eee ne yapacaksın sanki?” gibi girişlerle defediliyorsun. Evet, ne yapabiliriz ki? Burası net zaten, kimse hiç bir şey yapamaz bunu anladık. Ama bu hayatlar bizim hayatlarımız, bu ne olacak? Tamam, biz bu sistemi değiştiremiyoruz ve devam etmek zorundayız anladık. Her ne kadar hiç anlayamasam da anladık diyelim. Peki, bizim hayatlarımız ne olacak?

İş ev, Ev iş

Hayatınızın bir gününe bakın. Sabah kalkıyoruz işe gidiyoruz işe giderken trafikte berbat anlar yaşıyoruz. Hoşgörüsüz, saygısız, terbiyesiz insan görünümlü yaratıklarla karşılaşıyoruz. İşe gidiyoruz ve ego denizinde boğulmadan işimizi yapıp, çıkışı bekliyoruz. Mesai saati bitsin de hemen gidelim diye. Hele birde sevdiğiniz işi yapmıyorsanız işte o zaman çok daha zor bir hayat geçiriyoruz. İş çıkışı servisten inene kadar ya da arabamızla gidiyorsak yol bitene kadar bili mum kompleksleri görüp, sahte gülücüklerle günü kurtarmaya çalışıyoruz. Servis sohbetlerine tanık oluyoruz ve herkesin ne kadar büyük, ne kadar değerli, ne kadar inanılmaz işler yaptığını duyuyoruz. Fakat bir Türk markası olduğunda konu, hemen onun nasıl ezildiğini de görüyoruz. Akşama evde bekleyenler varsa onların hayattan beklentilerini karşılamaya ya da en azından dinlemeye çalışıyoruz.

Zaman geçiyor ve yaşlar ilerliyor. Yaş ilerlemesi ya da zamanın bu kadar hızlı akıp geçmesi de değil aslında sorun. Sorun, o bilinmez an bir gün değil, her an gelip çatabilir. İşte sorun burada baş gösteriyor. Bir an her şey bitecek ve o an ha şimdi ha otuz yıl sonra olacak. Sonrası zaten bilinmezlik değil mi? Peki, o zaman bizler bu hayatı istediğimiz gibi, kendi hayatımız gibi yaşayabildik mi? Kimimiz evet, kimimiz muhalefet olsun diye evet ama çok büyük bir çoğunluğumuz hayır. Hem de en netinden bir hayır. Tokat gibi bir hayır, en sertinden bir hayır geliyor.

En Doğrusu?

Çözüm mü? İnanın bende tam bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var. Geçimimi sağlayacak kadar kazanmak ve bir şekilde şehirlerden uzakta denizle, ağaçla, hayvanlarla iç içe yaşamak istiyorum. Çünkü tek doğru onlar gibi görünüyor bana. Dünya üzerinde eğer insan denen yaratık olmasaydı, çok daha güzel, çok daha uzun süre, çok daha iyi bir şekilde sürerdi hayat, buna inanıyorum. Belki de en doğrusunu yapan her zaman doğa. En kötüsünü yapanda bizler, insanlar.

Olur, mu olmaz mı bilemiyorum henüz, sadece isteme aşamasındayım şu an. Ne zaman hayata geçer, ya da geçer mi o kısımları bilemiyorum. Bildiğim tek şey çok istediğim. Bu kadar bilgi de şimdilik bana yetiyor. Sizlere neler yetiyor bilmiyorum ama bana şu an sadece bunu bilmek bile yetiyor.

12 Eylül 2016

hayatimizin-bir-gunu

Leave a Reply

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.